2017-2018 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SONU DEĞERLENDİRMESİ

2017-2018 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI DEĞERLENDİRME RAPORU

SENDİKA - 2018-06-13 15:51:14

2017-2018 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI DEĞERLENDİRME RAPORU

2017-2018 eğitim-öğretim yılında da bilimsel, laik ve çağdaş eğitimden biraz daha uzaklaşılmıştır.

Siyasi iktidarın, bilimsellikten uzak olarak sadece ideolojik hedefleri doğrultusunda yaptığı değişiklikler, başta öğrencilerimiz, eğitim emekçileri ve velileri olumsuz olarak etkilemiştir.

Sınav sistemlerinde ve müfredattaki değişiklikler, dernek ve vakıflarla imzalanan protokoller, personel istihdam sorunları, derslik açıkları, kalabalık sınıflar, öğretmensiz okullar, ikili öğretim, taşımalı eğitim, uluslararası sınavlardaki başarısızlıklar, öğrencilerin yurt sorunları, çocukların örgün eğitim dışına itilmesi, sözleşmeli ve ücretli öğretmenlik, hukuksuz bir şekilde görevden alma ve ihraçlar, sürgün uygulamaları gibi sorunlar maalesef bu öğretim yılına damgasını vurmuştur.

İKİ SINAV SİSTEMİ BİRDEN DEĞİŞTİ

2017-2018 eğitim öğretim yılı Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş Sistemi (TEOG) tartışmalarının gölgesinde başladı. TEOG, öğrencilerin sınav stresi yaşaması gerekçe gösterilerek kaldırıldı.

Yeni sistemde sınava giren 1 milyon 200 bin öğrencinin sadece %10’u, yani 126 bin 536 öğrenci, Bakan Yılmaz’ın nitelikli olarak tarif ettiği 1367 okula yerleşecek. Yani öğrencilerin büyük bir bölümü, istemedikleri okullara ve açık liseye yönlendirilecektir.

TEOG’un kaldırılmasının ardından üniversiteye geçiş sistemi, “ben yaptım oldu” mantığıyla değiştirilmiştir. Yedi yıldır uygulanan YGS ve LYS kaldırılmış, yerine Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) getirilmiştir.

OKULLAŞMA ORANI DÜŞTÜ

Eğitimin temel sorunlarından biri olan okullaşma oranlarındaki yetersizlik çözülememiş bir sorun olarak ortada durmaktadır. İstatistiklere göre, ilkokul ve ortaokulda okullaşma oranlarında belirgin bir düşüş yaşanmıştır. 2013-2014 eğitim öğretim yılında okullaşma oranı ilkokullarda yüzde 99.57 iken, 2017 yılında bu oran yüzde 98.13’e düşmüştür. 2013-2014 eğitim öğretim yılında yüzde 99.61 olarak gerçekleşen kız çocuklarının okullaşma oranı ise yüzde 98.19’a gerilemiştir.

ORTAÖĞRETİMDE ÖĞRENCİLER AÇIK LİSEYE YÖNLENDİRİLİYOR

Hükümet tarafından 4+4+4 düzenlemesi “zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması” girişimi olarak sunuldu. Oysa MEB’in verileri ortaöğretim çağındaki çocukların örgün eğitimden koparak açık liseye yönlendiğini ortaya koymuştur.

MEB performans hedefinde, eğitim öğretimden erken ayrılma oranını yüzde 34,81 olarak belirlemiş, ancak bu oran yüzde 36,40 ile hedefin üzerinde gerçekleşmiştir.

Mesleki açıköğretim lisesi de dahil olmak üzere açıköğretim lisesinde okuyan toplam öğrenci sayısı 1.554.938’dir. Bu sayı 4+4+4 düzenlemesi öncesi 2011-2012 eğitim öğretim yılında 940 bin 268’di. 4+4+4 düzenlemesinin ardından açık lisede okuyan öğrenci sayısı yüzde 60 oranında artmıştır.

Açıköğretim ortaokulunda kayıtlı 142 bin 557 öğrenci sayısını da dikkate aldığımızda, toplam 1 milyon 429 bin 806 öğrenci örgün eğitimden kopmuştur.

İstatistiklere göre 541 bin 408 kız öğrenci açıköğretim liselerinde okumaktadır. Kız öğrenciler 4+4+4 eğitim sistemiyle birlikte örgün eğitim dışına itilmiştir. Ortaya çıkan tablo zorunlu eğitimin fiilen 4 yıla indirildiğinin göstergesidir.

 

TAŞIMALI EĞİTİM UYGULAMASINDAKİ ARTIŞ SÜRMEKTEDİR

6287 Sayılı Yasa hazırlanırken ileri sürülen en önemli gerekçelerden biri de kesintisiz 8 yıllık eğitim nedeniyle kırsal kesimde pek çok köy okulunun işlevsiz kaldığı, fizikî şartların yetersiz olduğu, yatılı bölge okullarına ya da taşımalı eğitim merkezi olan okullara öğrencilerin taşınması için tahsis edilen servislerin uzun mesafeleri kat ettiği ve öğrencilerin bu yolculukta çektiği eziyetler olarak ileri sürülmüştü.

Ayrıca kırsal bölgelerdeki ailelerin küçük kızlarını bu şartlardaki taşımalı eğitime vermeleri konusunda ciddi şikâyetleri olduğunu ve bu uygulamanın okullaşma ve özellikle de kız çocuklarının eğitimi adına sorunlara kaynaklık ettiği ifade edilmişti. Ancak MEB’in 2018 Performans Programı’nda, öğrencilerin eğitime erişimi için taşımalı eğitim uygulamasının devam edeceği belirtilmiş, bunun için 2.560.812.000 TL bütçeden pay ayrılmıştır.

2012-2013 eğitim öğretim yılında taşınan öğrenci sayısı 801 bin 708 iken, 2017-2018 eğitim öğretim yılında taşınan öğrenci sayısı 1.321.238’e çıkmıştır.

 

BÜTÇEDEN YİNE EĞİTİME PAY YOK

Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi, okul, derslik, öğretmen ihtiyacı ve altyapı sorunlarına rağmen 2018 yılı için 92 milyar 529 milyon TL olarak belirlenmiştir.  Bütçeden Milli Eğitim Bakanlığı’na ayrılan bu miktar, eğitimin temel ihtiyaçlarını karşılamaktan ve eksiklikleri gidermekten oldukça uzaktır

MEB bütçesinin yüzde 69’u personel giderleri, yüzde 11’i sosyal güvenlik devlet primi giderleri olmak üzere, toplamda yüzde 80’i doğrudan doğruya personel harcamaları için kullanılmaktadır. Eğitim bütçesi yıllar içinde rakamsal olarak artıyor gibi görünse de personel giderlerinin bütçenin %80’ini kapsaması, eşit ve adil eğitim imkânına erişmeyi engelleyecek önemli bir faktör olarak ortaya çıkmaktadır.

Milli Eğitim Bakanı eğitime ayrılan bütçenin çok fazla arttırıldığını söylese de, önceki yıla göre MEB bütçesinin Merkezi Yönetim Bütçesi içerisindeki payının %7,96, GSYH’ye oranının ise %4,28 oranında azaldığı görülmektedir. OECD ülkelerinde milli gelirin ortalama yüzde 6’sı eğitime ayrılmaktadır. Bu haliyle Türkiye, 2018 yılında da milli eğitime ayırdığı bütçe açısından OECD ülkelerinin gerisinde kalmış, eğitime en az pay ayıran ülkeler arasında yer almaktan kendini kurtaramamıştır.

 

SÖZLEŞMELİ VE ÜCRETLİ ÖĞRETMENLİK İLE KADROLAŞMANIN ÖNÜ AÇILDI

MEB, ataması yapılmayan öğretmen sayısını 438 bin, öğretmen açığını ise 109 bin olarak açıklamıştır. Eğitimde ciddi oranda öğretmen açığı olmasına rağmen Bakanlık, 15 Temmuz sonrasında kadrolu öğretmen atamasından vazgeçmiş “doğrudan torpil” anlamına gelen sözlü sınava dayalı sözleşmeli öğretmen sistemini getirmiştir. Atamaların sözlü sınav ile yapılması ise milli eğitim sistemimiz için utanç verici bir uygulama olmaya devam etmektedir.

Öte yandan, ücretli çalıştırılan öğretmen oranında hedefin üzerinde çıkılmıştır. Ücretli öğretmen sayısının toplam öğretmen sayısına oranında yılsonu hedefi yüzde 6,5 iken, gerçekleşme yüzde 8,64 olmuştur. 2017 yılında 78 bin 106 kişi ücretli öğretmen olarak çalıştırılmıştır.

 

PDR YÖNETMELİĞİ BİLİMSELLİKTEN UZAK BİR ŞEKİLDE DEĞİŞTİRİLDİ

10 Kasım 2017 tarihinde yayımlanan MEB Rehberlik Hizmetleri Yönetmeliği ile okullarımızdan Psikolojik Danışmanlık hizmetleri kaldırılmış, içeriği tamamen bilimsel gerçeklerden uzak bir düzenleme yapılmıştır. Rehber öğretmenlere görevleri ile bağdaşması mümkün olmayan belleticilik ve nöbet görevi dayatılmıştır.

 

PERFORMANS DAYATMASI YENİDEN GÜNDEMDE

Milli Eğitim Bakanlığı öğretmenler için performans taslağı yayınlamıştır. MEB performans sistemi ile öğretmenleri, yine bir angaryanın, objektiflikten uzak değerlendirmenin ve ayrıca huzurlu bir çalışma ortamı yoksunluğunun içine sürüklemektedir.

Dünyanın hiçbir ülkesinde benzeri görülmeyen bu sistemde, eğitimcilerin uzmanlık kariyerleri uzman olmayanlar tarafından değerlendirilmek istenmektedir.

Bu uygulamayla;

  • Öğretmen ve öğrencisi arasına, birbirlerinin notlarına karşılıklı ihtiyaç duymaktan ötürü, bir çıkar ilişkisi oluşturulmaya çalışılmaktadır.
  • Öğretmenleri birbirine not verdirerek, okullarda çalışma barışı bozulmak istenmektedir.
  • Bu sistemle birlikte, öğretmenlik meslek onuru, tamamen ayaklar altına alınmaya çalışılmaktadır.

Her şeyden önce; bir eğitimcinin performansını, o alanın uzmanı olmayan kişilerin notlarıyla ölçmeye çalışmanın bilimsel ve akademik hiçbir gerçekliği yoktur.

Performans değerlendirme sistemi, öğretmenlik mesleğini değersizleştirmenin geldiği noktayı göstermektedir. Bu değerlendirmelerin bütünüyle “yandaş-muhalif” çerçevesinde gerçekleştiği ve MEB’in amacının eğitimde ücretli, sözleşmeli ve güvencesiz istihdamı yaygınlaştırmak olduğu herkesin malumu olmuştur.

 

ÖĞRETMENLER GEÇİM SIKINTISI VE MESLEĞE OLAN SAYGINLIĞIN AZALMASINDAN ŞİKAYETÇİ

Eğitim-İş’in, 26 ilde 906 öğretmenle yüz yüze görüşerek yaptığı “Öğretmenlerin Ekonomik, Mesleki ve Sosyal Durumlarına İlişkin Öğretmen Görüşleri” adlı araştırma sonuçlarına göre öğretmenler en çok geçim sıkıntısından, mesleklerine olan saygınlığın azalmasından şikayetçi. Araştırmaya katılan öğretmenlerin yüzde 77’si öğretmenliğin saygın bir meslek olma özelliğini kaybettiğini belirtmektedir.

Araştırmaya göre, öğretmenlerin yüzde 44’ünün ikiden fazla kredi kartı kullanıyor ancak yüzde 24’ü kredi kartının sadece asgari borcunu ödeyebiliyor. Her 5 öğretmenden biri ek iş yapıyor. Öğretmenlerin yüzde 80’inden fazlası gelir yetersizliği nedeniyle sorunlar yaşıyor, yüzde 79’u mesleğine motive olmakta zorlanıyor.

Öğretmenlerin yüzde 85’i liselere giriş sınavı ile ilgili, yüzde 77’si üniversite giriş sınavı ile ilgili yapılan değişiklikleri olumsuz bulduğunu ve onaylamadığını belirtti.

Araştırmamızın sonuçları öğretmenlerin ekonomik, mesleki ve sosyal açıdan çok zor günler geçirdiğini ortaya net olarak koymuştur. Yoksulluk sınırının yarısından az maaş alan öğretmenlerin, bu maaşla ailelerinin ve kendilerinin temel ihtiyaçlarını karşılamalarına imkan yoktur. Öncelikli olarak öğretmenlere insanca yaşayabileceği bir ücret ödenmelidir.

SONUÇ

80 milyonun yaşadığı bir ülkede eğitim sisteminde yapılacak değişiklikler, reformlar büyük bir toplumsal uzlaşıyla ve tamamen pedagojik önceliklerle yapılması gerekirken eğitimcilerin görüşleri önemsenmeden, bilimsel temellerden yoksun bir şekilde hayata geçirilmiştir.

Yapılacak düzenlemelerin toplumun ve eğitim sisteminin tüm paydaşlarının onayı ile olması sistemin, düzenlemenin başarısını da etkilemesi olasılığı yüksektir. Oysa 2002 yılında iş başına gelen ve 16 yıldır tek başına ülkeyi ve dolayısıyla Milli Eğitim Bakanlığını yöneten  iktidar müfredat başta olmak üzere, sistemin bütünlüğü, teşkilat yapılanması ve eğitim mevzuatlarında sayısız düzenlemeleri “emrivaki” bir şekilde yapmış ve istenilen sonuç alınamamıştır.

Türkiye’de eğitimle ilgili temel düzenleyici anlayış Anayasa’nın 42.maddesinde yer almaktadır. Anayasanın 42.maddesi “eğitim-öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz.” hükmü yer almıştır.

Anayasada ve Milli Eğitim genel politikalarını belirleyen 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununda belirtilen eğitim şekli “çağdaş, bilimsel ve laik eğitimdir.” 93 yıllık Öğretim Birliği yasası ile Milli Eğitim sistemimiz dogmatik bir yapıdan demokratik bir yapıya kavuşmuş iken son 16 yıllık uygulamalarla Cumhuriyetin bilimselliğe dayanan eğitim anlayışı yok edilme noktasına getirilerek tekrar cumhuriyet öncesi bilimsellikten uzak anlayış eğitim sisteminde egemen olmaya başlamıştır.

Eğitim-İş olarak, çocuk ve gençlerimizin, geleceğimizin eğitim sisteminde yaratılan enkazın altında yok olmaması için acil adımlar atılması zorunluluğunu bir kez daha belirtiyor, parasız, bilimsel, demokratik ve laik eğitimin tüm yurttaşlar için ayrım gözetmeksizin hayata geçirilmesini istiyoruz.

Tüm yaşanan olumsuzluklara rağmen Eğitim-İş, üyelerinden aldığı güçle, bilimsel, laik, kamusal, ulusal ve parasız eğitim için mücadele etmeye devam edecektir.

Özgür GENÇ

Şube Başkanı

Günün Diğer Haberleri