TÜM ÖĞRETMENLERE

Eğitim İş Genel Başkanı Mehmet Balık’tan Tüm Öğretmenlerin okuması gereken bir yazı

SENDİKA - 2017-05-03 10:42:25

Sevgili Arkadaşlar!..

Türkiye’miz zor günlerden geçiyor. Laik Cumhuriyetimiz, ulusal eğitimimiz, mesleğimiz büyük engellerle karşı karşıya.

Çocuklarımız, gençlerimiz, kadınlarımız, tüm çalışanlar zor durumda.

Geçmişte iyi bir tarım ülkesi olmakla övünürdük; bugün samanı bile dışarıdan satın almak durumundayız. Oysa 1930’larda Atatürk’ün beş yaşındaki çiftliklerinden Kanada gibi ülkelere tohumluk buğday vermiştik.

Son on beş yıldır sanayimiz çöküşe geçti. En iyi olduğumuz tekstilimiz bile can çekişiyor. Şeker sanayimiz öldürüldü; dışarıdan mısır şurubu satın alıyoruz.

Hıfzıssıhha Enstitümüz 1940’larda dünyaya aşı veriyordu; şimdi her bulaşıcı hastalık çıktığında aşı paniği yaşıyoruz. İthal ettiğimiz ilaç ve ilaç hammaddesi ateş pahası.

Daha da vahimi; ülkemizin en gözde toprakları; İstanbul’un denize nazır tepelerinden, Harran’ın verimli topraklarına kadar, yabancılara satılıyor.

Dünyaya örnek olacak biçimde kurduğumuz eğitim kurumları yok edildi. Yoksul çocuklara hizmet veren Köy Enstitüleri’nin kalıntısı öğretmen liseleri de kapatıldı.

İlk ve orta eğitim sistemimiz 4+4+4 numaralarıyla, TEOG cambazlığıyla laik temellerden uzaklaştırıldı.

12 Eylül 1980 darbesinden beri zaten can çekişen üniversite özerkliği son yıllarda tümden yok edildi. Rektörlerin atanması tek kişinin keyfine bırakıldı. Başta konservatuvarlarımız, orkestralarımız olmak üzere sanat eğitimi kurumlarımızın, sanat eserlerimizin “içine tükürüldü”.

Sevgili Arkadaşlar!..

Son yıllarda devrimlerimiz, laik devlet yönetimimiz, demokrasimiz, hatta toplumsal ahlakımız büyük yaralar aldı.

Türk devriminin ölümsüz önderi Atatürk’ün adı, Türkiye Cumhuriyeti’nin simgesi “TC” son on beş yılın yönetenlerinde alerji yarattı; bunları silme yönündeki kompleksleri doruğa ulaştı.

Köşeye sıkışınca Büyük Önder’in en büyük posterini duvarlarına asan ikiyüzlü zihniyet, şimdi onun resmini paralardan siliyor.

Devrim yasaları, doğrudan ya da arkadan dolanılarak işlevsiz hale getirildi.

Dünya kamuoyuna, reklam için kullandıkları 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kendi icat ettikleri “Kutlu Doğum Haftası” ya da başka bahanelerle kutlanamaz hale getirildi.

Hem yönetim gücünü akıl ve bilime dayandıran, hem de din ve vicdan özgürlüğünün güvencesi olanlaiklik ilkesi son on beş yıldır durmadan kemiriliyor.

Toplumsal barışı, huzuru korumakla yükümlü kişi muhalefet liderinden kamuoyuna “mezhebini açıklamasını” istedi. Üstelik delik deşik edilen Anayasanın “kimse dini inancını açıklamaya zorlanamaz” diyen 24. maddesi yürürlükte iken… Gün geçmiyor ki sorumlu olması gereken kişilerce, mezhepçiliği tahrik eden sözler söylenmesin.

Demokrasinin, nasıl göstermelik hale getirildiğini, son halkoylamasında daha net olarak gördük. Bir yüksek yargısal kuruluş olan Yüksek Seçim Kurulu gözümüzün içine baka baka taraf tuttu; seçmene geçersiz oy pusulası kullandırdı.

Tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanı, kendi siyasetinin propagandası için devletin tüm olanaklarını kullanmakla kalmadı, yanlış yerde kullandığı “Atı alan Üsküdar’ı geçti” sözleriyle muhaliflerini aşağılamak istedi; üstelik Üsküdar’ı geçememişken.

Yüksek Seçim Kurulu’nca hukukun çiğnendiği bir halkoylamasının sonucu inandırıcı olabilir mi?

Çocuklarımızın, kadınlarımızın korunmasından birinci derecede sorumlu çocuk ve aileden sorumlu bakanın söyledikleri hepimizin kanını dondurdu. Bir tarikat yurdunda birçok çocuğa tecavüz eden bir sapığı savunan kadın bakan “bir tek olayın” abartılmamasını söyledi. Bunu söyleyen kadın bakan hem çocuktan, hem kadından sorumlu, üstelik anne. Söz konusu sapıklığın defalarca yinelendiği de biliniyor.

Dine sahip çıktığını iddia eden iktidar zamanında kadına şiddet ve kadın cinayetleri kat kat arttı, doruğa çıktı. Diyanet çevresinden nemalanan sözde din adamlarının fetvaları bu zorbalıkları daha da tahrik etti.

Toplumsal ahlakın korunmasından sorumlu olması gereken bir kişinin, İstanbul’da vapurdan inen kadınları seyredip, kıyafetlerinden “kadın mı, kız mı olduklarını anlayamadığını” söylemesi; “hamile kadının sokakta gezmesini dine aykırı” bulan bir softanın ve “giyimleriyle erkekleri tahrik eden -yani kuyruk sallayan- kadının tacizi hak ettiğini” söyleyen dinci profesör(!)ün sözleri, tacizcileri, tecavüzcüleri daha da azdırdı.

Bu tahriklerden sonra bir kişinin parkta sağlıklı doğum için yürüyüş yapan kadını evire çevire nasıl dövdüğünü gördük.

Çocukların, gençlerin önlerine durmadan din, ahlak, kuran, peygamber dersleri yığan anlayışın ne kadar samimi olduğunu, birkaçına değinebildiğimiz bu örnekler ortaya koymuyor mu?

Sevgili Arkadaşlar!..

AKP iktidarı, yıllarca koynunda beslediği düzen yıkıcı Fethullah Gülen’e, “ne istediyse verdik” demişti. Ama bir gün geldi onunla hesaplaşmak zorunda kaldı. Sonunda 15 Temmuz 2016 darbesiyle burun buruna gelindi.

Yazık ki darbenin sır perdeleri henüz tam kaldırılamadı. İktidar can havliyle giriştiği tasfiyeleri hukuksal temele oturtamadı. Kurunun yanında yaşlar yanarken, bazı azılı darbe yanlılarının gözardı edildiği, hatta kollandığı söylentileri sürüp gitmektedir.

Yargı bağımsızlığını yok edip yüzlerce aydını, askeri “Balyoz” “Ergenekon” safsatalarıyla suçsuz yere zindana atanlar; devleti hortumlayanları, bazı darbecileri yargılatamadı. Birçok kamu görevlisi -ki aralarında öğretmenler, biliminsanları da var- olağanüstü kararlarla sorgusuz sualsiz işinden ekmeğinden edildi.

Günümüz yargıcı, bir gün sıranın kendisine geleceği kaygısı içinde görevini yapamıyor.

Sevgili Arkadaşlar!..

Tüm bu acı gerçekler karşısında “ahval ve şerait na-müsait!” diye oturup vahlanmakla, dövünmekle yetinecek miyiz?

Hayır… Asla!...

Harekete geçmek için “muhtaç olduğumuz kudret” tarihsel, toplumsal, kültürel ve mesleksel genlerimizde “mevcut!”

Yeniliğe açık, iyi yetişmiş yetenekli, azımsanmayacak bir beyin ve iş gücümüz var. Artık Dünya çapında ödül almış birçok yazarımız, bilim ve sanat insanımız bulunuyor. Dünyanın en güzel, en verimli toprağına, en güzel iklimine, en yaratıcı insanına sahibiz.

Bu ülkenin insanının; bundan yüz yıl önce, tüm orduları dağıtılmış, başkent dahil birçok yerleri işgal edilmişken, bir büyük önderin öncülüğünde ve yurtseverlerin candan desteği ile dünyada “emsali görülmemiş” emperyalizmin yedi düvelini, hem de yakıp yıktıkları kutsal Anadolu’nun bağrında dize getirmişse, bugün de yapabileceği çok şey vardır.

Bu ülkenin, daha on sekizine gelmemiş çocukları, zorunlu olmadıkları halde okullarını bırakıp Çanakkale’ye ölüme koşmadılar mı? “Maarif ordusunun” yiğit öğretmenleri Milli Mücadele’ye koşup şehit olmadılar mı? Öğretmen örgütleri bu mücadelenin getirdiği devrimleri canla başla koruyup öğretmediler mi?

16 Nisan 2017 halkoylamasında; kıt olanaklarla yapılan demokratik muhalefetimiz; her türlü olanağa sahip üstelik Yüksek Seçim Kurulu’nun desteğini de almış iktidara karşı verilen demokrasi sınavı büyük umut yaratmadı mı?

Özetle; yoktan var ettiğimiz mücadele geleneğimizin ruhuyla eğitimsel, kültürel ve sosyal devrim deneyimlerimiz önümüzde duruyor.

Dünyada hiçbir devrimin tam olarak başaramadığı laik devlet düzenini; inançlı halkımızı incitmeden kurmuş bir ülkeyiz; hem de namuslu medreseli aydınların büyük desteği ile…

Öğretmenlik tarihimiz bize engin bir deneyim ve büyük bir birikim sunuyor. Türkiye dünyaya nitel ve nicel anlamda öğretmen yetiştirmenin en iyi örneklerini verdi. Ülkemiz öksüz, yoksul, dar gelirli yetenekli çocuklardan çok başarılı öğretmen, biliminsanı, sanatçı, devlet yöneticisi, politikacı yetiştirmede örnek bir ülkedir.

Geçmişte, Anadolu’nun ot bitmez kıraç toprağında Köy Enstitülerini kuran, ıssız dağ başlarında, canı pahasına okul açıp köy çocuklarına uygarlık ışığını götüren biz değil miyiz?

Büyüklerimizin bıraktığı mirası korumak, çoğaltmak, bıraktıkları bayrağı dalgalandırmak şeref borucumuz olmalı.

Önce bunların hangi zor koşullarda ortaya konulduğunu araştırıp kavramalıyız. Bunu yaparak sadece tarihimizi öğrenmiş olmayacağız; onlardan bugün için önemli çıkarımlar yapabileceğiz, moral de bulabileceğiz.

Sevgili Arkadaşlar!..

Toparlanıp kendimize gelmeliyiz. Bugüne kadar hangi nedenlerle, hangi düşünsel, inançsal ve siyasal çizgide, hangi örgüt ve sendikada yer almış olursak olalım; gölgesinde yetişip özgürleştiğimiz Cumhuriyetin bayrağı altında buluşmak ve bütünleşmek zorundayız.

Bugün hangi ortamda, hangi düzeyde olursak olalım; hepimizin başarımızın gerisinde bilime inanmış yurtsever, başarılı, öğretmenlerimizin özverileri var. Onların bize öğrettiği Cumhuriyet devrimini, barışı, kardeşliği biz de 20 milyondan fazla çocuğa, gence hatta yetişkinlere öğretebiliriz. Tartışmalı halkoylaması ile felç edilen Anayasamız bile bizden “Atatürk devrim ve ilkeleri doğrultusunda; çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre” eğitim yapmamızı istiyor (m. 42). Milli Eğitim Temel Kanunu hâlâ “demokratik, laik, bilimsel eğitim” yapmamızı emrediyor (m. 11, 12, 13).

Atatürk’ün vurguladığı gibi, Cumhuriyet bizden, “bilimin öncülüğünde”;  “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” kuşaklar yetiştirmemizi istiyor. Onayladığımız Çocuk Hakları Sözleşmesi de bize bu ödevi yüklüyor.

Sevgili Arkadaşlarım, Meslektaşlarım!..

Cumhuriyetimize, bağımsızlığımıza, ulusal eğitimize, mesleğimize, öğrencilerimize sahip çıkmalıyız.

Yeni bir aşkla, her türlü çağdaş yöntem ve teknikleri kullanarak, öğrencilerimize ulusal egemenliği laik Cumhuriyeti öğretmeye ve toplumun tüm kesimlerinde birlik ruhunu, gerçek demokrasi kültürünü, insan haklarını, yurtseverlik bilincini, kardeşlik duygusunu, barış ve kardeşliği geliştirip yaşatmaya devam etmeliyiz.

“Muhtaç olduğumuz kudret”, tarihimizde, meslek aşkımızda, kültürümüzde “mevcuttur.”

 

  Mehmet BALIK

   Genel Başkan

Günün Diğer Haberleri